Cuma, Aralık 31, 2010

31 Miiii?

zaman: 12/31/2010 2 yorum
Niye yılın son günü 31 oluyor ki.
Bunu da şimdi farkettim.
Bak kafam karıştı yine.
Yıllardır bu cenabet rakamdan kurtulmadım gitti.
Siz bilmezsiniz, benim üniversite numaramın sonu 31 di ve hep son iki numara kullanılırdı.
4 yıl boyunca insanlar bana bakıp güldü.
Gülmelerin bi kenara bıraktım nerede bana bi numara verilse ya31 olur ya da sonu 31. 
Hatta balayı odamız bile 931 numaraydı.
Ya sabır.

Neyse bugün keyfimizi bozmuyoruz.
Bugün yeni  yıl kutluyoruz.
Yen yılı eden kutluyoruz bilmiyorum ama yaptığım araştırmalara göre biz Türkler kutlama yapmayı seviyoruz.
Şimdi yeni yıl olmasaydı benim çam ağacım, bi sürü renkli renkli süslerim, ışıklarım falan olurmuydu.
Birlikte bişeyler yapardık tabi ki.
Ama (gözlerimiz parlayarak) elimizle taktığımız, ışık vereceğini bilerek aldığımız lambanın ışık verdiğini izleyemezdik.Birbirimize bakıp çocukluğumuzu yaşamamışız diyip çocuk ruhumuza bahaneler uyduramazdık.
Nereye gidiyor bu yazı.
Aslında başlığını da böyle düşünmemiştim sonunu da.
Heyecan dolu mutluluk dolu bir yazı olacaktı içinden yıldızlar havai fişekler fışkıracaktı :P

Hatta konsepte uygun bi görsel bile hazırlamıştım. Üstünde öyle çalıştım ki. Yoruldum yaneee :)


( 25 Aralık doğum günüm. Onu da aşkitomla kutladık  ihihihi :) )

Yeni yılı seviyorum.
Doğum günümü seviyorum.
Aşkımı seviyorum.
Annemi ve kardeşimi seviyorum.
Abimi ve Eceyi seviyorum.
Karşı komşum Seynep'i seviyorum.
Çam ağacımın ışıklarını seviyorum.
Bi de balonlarımı seviyorum :)
Ben bu dünyayı ve yaşamayı seviyorum :)



Bunu yazmazsam çatlarım.
Aslında benim yılbaşı planım köprüdeki havai fişek gösterisini izlemek, kendimi yollara vurup elimde bi içecekle şarkı söyleyip zıplamaktı.Ama sonra düşündüm de biz geçen sene bir dilek tutmuştuk. yeni yıl eğlencesi denilen şey olsa olsa aynı koltukta oturup yeni bişeylere birlikte başlamak olabilirdi.
Başka ne isterim ki demişti.
Tuttuğu dilek gerçek olmalıydı... 

Perşembe, Aralık 23, 2010

Aşeriyorum

zaman: 12/23/2010 0 yorum
Bence bütün hamileler aşure aşermeli.
Zaten bu kelime buradan çıkmışta olabilir.
Ya da ben saçmalıyor olabilirim.

Gaziantep'ten geldiğimden beri annemin aşuresinden aşeriyorum.
Halbuki annem yanında biraz götür demişti.
Ama bagaj kotam doldu napim yani.
Neyse işte az önce kendime aşure yaptım.
Sıcak sıcak yediğim için şuan dilim yanıyo ama hakikaten tadı süper olmuş.
Soğumasını beklemediğim için pişman değilim :)

Şimdi son olarak söylemem gereken bişeyler var.
1- Mutlu olmak insana çocuksu bir enerji veriyor ve ben bu enerjiyi çok seviyorum.
2- Aşureyi böyle bayıla bayıla yemenin en kötü yanı hamile olmadan kilo almak.
3- Lohusa tacı takan ve her türlü yemeğe deli gibi saldıran kişi hamile değil pispboğazdır.
4- Bebek meselesiyle ilgili kimseye anlatamadığım psikolojik sorunlarım var.
5- Kendimi herşeyimle çok seviyorum. Şımarmayı- şımartılmayı-beni şımaaarrtt diye çığlıklar atmayı-neşeli olduğumda zıpzıp zıplamayı-kırmızı tacımı kafama takınca dünyanın en güzel kadını olduğumu sanmamı-koskoca kocamı 1 yaşında bebek gibi sevmemi-yeğenimle aynı yaş grubuna ait davranışlarda bulunmamı...

Biliyorum ki bigün öldüğümde beni özleyen çok insan olmayacak.
Ama yerim de doldurulamayacak...

Yolculuk

zaman: 12/23/2010 0 yorum
Yol bitince yolculuk biter mi diye düşünüyorum.
Cevabını bile bile neden düşünüyorsam.
Evime geldiğimde yorgundum.
Mutlulukla burukluk karışımı bi hissim vardı.
Evimi özlemiştim, sevdiklerimi görmüştüm.
Dönmüştüm...
Dönmek ağır bişeymiş.
Bunu İstanbulu gördüğümde anladım.
Belki de ilk defa İstanbula bu gözle baktım bilmiyorum...

Garip bi duygu içindeyim yine
Sanki özlemi acıya döndürdüm.
Kendime itiraf edemediğim bişeyler mi var bilmiyorum.

Sevdiklerimi üzenlere kızgınım.Onlar için yapabileceğim bişeyler olmalı diye düşünüyorum.Ama izin vermeyen kimseye yardım edilemez.Biliyorum...

Pazartesi, Aralık 20, 2010

Biz anneme gittik :)

zaman: 12/20/2010 2 yorum
Annem kapı komşu değil tabi ki.
3 günlüğüne memlekete gittik annemi, babamı, kardeşlerimi, ufaklıkları herkesi gördük.
İyiler çok şükür, soranlara selamları var :)
Özlem gidermenin yanı sıra midemiz ciddi anlamda bayram etti.
Ne bileyim işte mutlu olduk.
Oraya gitmişken mutlu olmak için özel bişeye gerek yoktu zaten.
Ama bişey var ki: bence biri evlenince onun odası bozulmamalı.
Nostalji yapmam çok zor oldu çookk...

Çarşamba, Aralık 15, 2010

Dekorasyonizm

zaman: 12/15/2010 4 yorum
Şuan bir kez daha anlıyorum ki ev döşemek başlı başına bir sanat.
Evi döşerken bir kutu boya dökülmüşcesine aynı renkler ve desenlerle doldurmayacağıma karar vermiştim.
Salonum sade olması nedeniyle hoş oldu.
Kırık beyaz ve tonları hakim.
Köşede ve konsolda duran rengarenk iki çiçek buketi de odaya çok hoş bir hava katıyor orası tamam.

Ama mutfağım ooff yani.
İnsan yeşil bişeyi sevdi diye  yemyeşil mutfak eşyası dizer mi.
Dizdim valla.
Porselenlere kadar uzamamış olması benim için büyük bir şans olsa da her taraf yeşil.
İnsafa gelip sarılarla da kombin yapmışım.
Aklımı seveyim :)
Hayır yani madem öyle bişey yaptın azcık bi tarz falan katsaydın.
Aslında şuan kendi kendimin hakkını yiyorum.
Çünkü bu bahsettiklerim süzek, limon sıkacağı,karıştırma kabı,pirinç süzgeci vs. ıvır zıvırlar.
Ama çoklar yaa.hemde plastikler.

Bir de oturma odası var.
Oradan memnunum ama odanın duvarlarını boyatmayı akıl edememişim.
Şampanya mı ne diyorlarsa kremrengimsi bu rengi hiç sevmem ama sevmişim. 
Üstelik artık kremler bile bu renk değil.Bunu da şuan keşfettim.
Neyse işte sözünü aldım havalar ısınır ısınmaz boya işimiz var.
Boya yapılır yapılmaz da bir takım duvar rafları edinip mumlarımı ve rahşanımı gün yüzüne çıkarcaz.


Aslında ben hem evimde bir bütünlük olsun, hemde aynı şeymiş gibi durmasın istiyorum.
Ayrı ayrı durmuşlar ama kendi içlerinde bir bütün oluşturmamışlar.
Zaten ben kolay kolay hiç bişeyi beğenmem.
Dün Ali Ağaoğlunun evini televizyonda gördüm onu da beğenmedim.
En rahatsız olduğum eşya ise kaynanatörlerimin ortak beğenisi olan mutfak masası..
Sevmiyorum napiimmm...


Salı, Aralık 07, 2010

Bu Duygunun Adı Ne?

zaman: 12/07/2010 3 yorum
Aslında benim düşüncem bazı markaları çekiştirip fikrimi belirtmekti (ki bunu bi ara kesin yaparım)
Sonra Aycinin yazısını farkettim.
Uzatmıyorum.
Aynı taşlara basıp aynı yerlerde bu kadar kısa aralıklarla fotograf çekmiş olmak...
Çok değişik.
Cinci hana gittik mesela, oradaki her odanın bir adı vardı ve biz Antepler'in fotografını çektik.
Daha önemlisi içi taşlarla dolu o koca tahta parçasıydı.
Bi benim çektiğim resme baktım bi de ona.
Sonra düşündüm de muhtemelen elimi sürdüğüm yere O da elini sürdü :)



Bu duyguyu çok eskiden bir kere daha yaşamıştım.
Safiye sultan isimli kitabı okuduktan sonra İstanbula gelip sarayları gezmiştim.
Anılarını okuduğum o sultanların ellerini sürdüğü duvarları, eşyaları görünce sanki açtığım kapılardan birinden çıkacaklarmış gibi gelmişti.
Kulaklarıma sesleri doldu sanki.

Anlatılmaz bi duygu.
Şarap içmeyi öğrendiğimde bu anı hatırlayıp bir kadehi şerefine içerim...

Not: Sana katılıyorum. Gerçekten servisleri çok kötü...

Cuma, Aralık 03, 2010

Özlem

zaman: 12/03/2010 0 yorum
Hep bi çocukluk arkadaşım olsun istedim.Hiç yok.

Hali hazırda yakınımda da arkadaşım yok nedendir bilmem.
Benim hep uzaklarda bi yerlerde var olduğunu bildiğim arkadaşlarım oldu.
Telefonun ucunda güzel bir ses oldular daha dün birlikte çay içmişiz gibi konuştuk.
Hatta çoğu zaman en son ne anlattığımı bile unuttum.
Sana bunu da anlatmışmıydım la bölündü sohbetler.
Birilerinin çat kapı kapımı çalmasını istiyorum, birilerinin hadi şuraya gidiyoruz atla gel dediğini duymak istiyorum, birinin çay yaptım koş demesini bekliyorum.

Geçenlerde küstüm.
Artık kimseye bize de bekleriz demiyorum.
Dilimi buna alıştırıyorum çünkü sonra çok üzülüyorum.
Tanıdığım bildiğim herkese ben her zaman müsaitim sinyali veriyorum ama kimse üstüne almıyor.
Bigün nasıl oldu bilmem ama hiç telefonla konuşmamıştım.
Akşam eve geldiğinde eşime; en son kullandığım kelime hoşçakaldı biliyormusun dedim.
Bazen en basit şeyler çok acıklı olabiliyor.
Yaşadığım şehirde bir tane bile arkadaşımın olmaması zoruma gidiyor.
Çık gez dolaş diyorlar.
Tamam ben eskiden de yalnız gezer tozardım, alışveriş yapardım.
Ama o zaman kendi seçimimdi.
Kafamı dinliyordum.
Ama şimdi gerçekten çok sıkıldım.
Kendimi çok yalnız hissediyorum.
Akşam erkenden uykum geliyor sanki gündüz çok yorulmuşum gibi.
Hiç kimsenin girip çıkmadığı bir evi temizlemek bile çok sıkıcı.
Kir-len-mi-yor.


En kötüsü kimseye bunları anlatamamak.
Anlatınca kendimi çok aciz hissediyorum.

Çarşamba, Aralık 01, 2010

Can'lanmak

zaman: 12/01/2010 4 yorum
150.068.752 sayılı  deneye göre insan bir süre evde oturunca dışarı çıkmak gözünde büyük bir hal alıyor.
Bi zamanlar bir pantolon birde bluzü 30 sn de üstünüze geçirip kendinizi kapının önünde bulduğunuz zamanlar anılarda kalıyor :P
Hatta iş o kadar abartılıyor ki aylık alışveriş listesine benzer listeler yapılıyor.
- Düğme
- İp
- Yasemin yağı
- Peynir
- Şeker
- Fotograf bastır!
Dışarı çıkmadan önce
- Ocağın altını kapattığına emin ol
- Anahtarını yanına almayı unutma
- Kapıyı 2 kere kilitle
:P

Listem olmadan çıkmam abi.
Çünkü bankada işim var diye çıkıp 3 saat dolaşıp bankadaki işimi yapmayı unutarak eve döndüğümü bilirim ben :)


Geçenlerde tv de bir terapistin söylediklerini hatırlıyorum.
İlişkilerde bir erkeğin mutlu olmak için yapması gereken şey partnerini mutlu etmek diyordu.
Onu sevin, hediyeler alın,güzel sözler söyleyin, şımartın, sürprizler yapın...
O mutlu olduğunda sizi kesinlikle mutlu edecektir.Size kalan şey bunun  tadını çıkarmak ve arkanıza yaslanıp onun gözlerindeki sevinci izlemek. 

Diyeceğim şudur ki :
Ben o terapiste can-ı gönülden  katılıyorum.

Dünden beri yaptığım keçe çalışmalara bakıp çocuklar gibi seviniyorum.
Yarın yeni yeni keçeler almayı düşünüyorum :) 






 

Hep-Yek Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea